Ve ‘La’ Dedi önce, ‘Lebbeky!’ Diyenler…
Tek bir harf…
Bir harf ama bütün harflerden müteşekkil nice cümleler onun yanında acze düşüyor…
Arapçadaki ‘la’dan söz ediyorum.
Öyle bir harf ki bu, insan hayatının, ya ebediyete giden mecra veya inkisarla sonuçlanan bir macera olmasını sağlıyor.
Çocukluğumdan beri imanın, neden bir olumsuzlama ile başladığını düşünmüşümdür…
La diyerek başlayan bir iman etme…
Sonra üzerinde etraflıca düşününce, insanın maddeyle ve maddi değerlerle olan ilişkisinde ne denli menfi bir konumda olduğunu fark ettim.
Maddenin bütün ürkütücülüğü ile kuşattığı bir insan hayatı ve bu hayatı adeta ipotek altına almış bir heyula vardı muhatap kaldığımız.
Bin bir açıdan sarılıp sarmalanmış bir insan hayatı…
Kuşatılmış bir hayat daha doğrusu…
Her nesne, insanı dünyaya mahkûm eden bir zincirin halkaları hükmünde…
Zincirler ve prangalar…
İşte o an anladım ki, hürriyete giden yolda, bağımlılıkların ve zincirlerin yeri yok!
Kişi, hürriyet istiyorsa eğer, kendisini kuşatan tüm maddi olguları ve ayaklarına bağ olan zincirleri kırmak zorunda.
Aksi takdirde, prangaya vurulmuş bir mahkûma, demir parmaklıkların arkasındaki biçareye, doru bir tay gibi özgürce koşmanın ne demek olduğunu istediğiniz kadar anlatadurun, nafile…
İşte ‘la’, kırın prangalarınızı demek!…
Masivanın bentlerinden sıyrılıp hakikate doğru adım atın demek.
‘La’, hapishanenin parmaklıklarından kurtulup zincirlerden boşalmak demek!..
Hürriyetin ve ebediyetin eşiğine gelmek demek…
İnsan için dünya hayatı aslında bir sürgün…
Hazreti Âdem (A.S.)’ le başlayan bir sürgün bu. Sürgün, bir ceza tabii ki… Muvakkat bir zaman için vatan-ı asliden vatan-ı gayriye nefiy cezası…
Ama insan bu, kısa sürede alıştı sürgün ülkesine…
Yetmedi, oradaki aldatıcı süslere perestij etti. Bir süre sonra bu hoşlanma yerini tutkuya bıraktı…
Varılan son noktada, bu aldatıcı süslerin, artık bir tür ilahlık konumuna ulaştığını gösteriyor açıkça.
Vedud-u Kerim, bu aldanmışlığı sık sık hatırlattı kullarına, elçilerinin lisanıyla…
‘La’ deyin diye keremle ikaz etti. ‘Asıl vatanınıza, sonsuzluk ülkesine dönmenizi engellemek isteyen ve ebedi düşmanınız olan şeytanın sizleri iğfal etmemesi için ‘la’ diyin’, diye lütufla ve merhametle ihtarda bulundu…
‘Lebbeyk!’ diyenler oldu, ‘çürümüş kemikleri kim diriltecek?!’ sorusunu soran kahir ekseriyete karşın…
Ve önce ‘la’ dedi ‘Lebbeyk!’ diyenler.
Sonra, bu teslimiyetin husule getirdiği bereketin açtığı kalp gözleri marifetiyle gördüler ki, hayatın anlamı bu tek harfte saklı.
Bir harf kadar kısa olan dünya hayatının aldatıcılığını keşfettiler bu bir harf sayesinde…
Ardından sonsuzluk okyanusuna açılan kapının eşiğine gelerek, ‘İllallah!’ dediler büyük bir huşu içerisinde.
‘Gitti ölümlü yalan; Geldi ölümsüz gerçek!’ mısraı çınladı dört bir yanda…
Ve arkalarına dönüp ‘la’ diyemeyen bedbahtlara, ‘Siz, hayat süren leşler; Sizi kim diriltecek?!’ dediler, bazıları için hayıflanarak ve bazıları için de öfkelenerek…
‘Bu dünya hayatı bir oyun ve bir eğlenceden ibarettir. Hakiki hayat ise ahiret yurdundadır, tabii anlayabilirseniz!’ hakikati tecelli etti ve varsayılan, gerçek olmayan bir hayat, ‘la’ sayesinden hakikate inkılâp ederek ebediyetin kapısını açtı.
Firavunun, kendisini bir şey sanan sahtekâr sihirbazlarının yılan suretine bürünmüş ipleri, Musa (A.S.)’ın mübarek asasına yem olmaktan kurtulamadı ‘la’ sayesinde…
Ve inanan insanlar tek bir ağızdan, ‘La mevcude illa Hu’ diyerek şükür secdesine vardılar.
Onlar erdi muradına…
Henüz yorum yapılmamış.