Mirac gecesi ve namazı
Mi’rac-ı Nebî
“Cemî nekâisten tenzîh ederim o Zât-ı Eceli ü A’lâ’yı ki, O Zât Tebâreke ve Teâlâ kendi abd-i ehassı olan Habîbini, geceleyin, Mescid-i Harâm’dan Mescîd-i Aksâ’ya gönderdi ki, biz o Mescid-i Aksâ’nın etrafında bağlar, bahçeler ve her türlü meyve ve nimetleri halk etmekle mübarek kıldık. (Dünyaca mübarek olduğu gibi, din hususunda da mübarektir.) Ve biz abd-i ehassımıza, kudretimize delâlet eden bazı âyetlerimizi göstermek için Mescîd-i Harâm’dan Mescîd-i Aksâ’ya gece götürdük. Muhakkak ki O Nebiyy-i Mükerrem, Rabbinin hitaplarını iyi işiten, gösterdiklerini en güzel görendir.” (isrâ Sûresi 17/1)
Mescid-i Aksa ile murâd, Mekke-i Mükerreme’ye uzaklığı sebebiyle Bey t-i Makdis’tir.
Beyzâvi ve Hazîn’in beyânları veçhile, Mi’râc-ı Rasûlullâh, nefs-i Harem-i Şeriften vuku’ bulmuştur. Bazı rivâyâtta, «Ebû Tâlib’in hemşîresi Ümmi Hânî’nin Harem dahilinde olan evine avdet etmiştir.» denilmektedir. Mi’rac-ı Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Hicret-i Nebevî’den bir sene sekiz ay evvel vuku’ bulmuştur. Ve rûh maa’l-cesed vâkî olmuştur. Gerçi havsala-i ak-liyyesi mahdut, zayıf olan bazı kimselerden mirac-ı Nebevî’nin ruhen veyahut rüya ile olduğu kanâatinde olanlar bulunmuş ise de, hem zayıf ve hem de çürük bir kavildir.
Mi’râcı, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- sabahleyin ashabına haber verince, müşrikler tekzîbe kalkışarak birbirlerine koşuşmuşlar ve yeni müslüman olmuş, daha imânı kuvvet bulmamış bazı kimselerin tereddüt ve inkârına sebep olmuşlardı. Eğer rüya ile olmuş olsaydı, hiçbir kimsenin itirazına hedef olmazdı. Çünkü rüyada havsala-i beşerin kabul edemeyeceği ahvâl-i garîbe görülebilir. İşte mi’râc-ı Nebevî, rûh maa’l-cesed olması muhakkaktır ki, müşriklerin akılları da hayrete düştüğünden, hattâ Ebû Bekir -radıyallâhu anh-‘ın yanına gelmişler:
-Gördün mü, arkadaşın ne söylüyor?., demişler, Hazret-i Ebû Bekir de:
-Bundan daha ziyâdesini söylese, Rasûlullâh’ı yine tasdîk ederim! demesi üzerine “Sıddîk” unvanına mazhâr olmuştu..
Cebrail ile Göğe Yolculuk
Sahih-i Buharî’deki rivayete nazaran -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hazretleri buyurdular ki:
Şakk-ı sadr tamam olduktan sonra katırdan küçük ve merkepten büyük beyaz bir binek getirildi. (Râvî Enes bin Malik -ra-dıyallâhu anh- bunun adı Burak’tır ki, adımını gözünün eriştiği yerin nihayetine atar idi, demiştir.) Ben bunun üzerine bindirildim. Cibrîl de benimle yollandı, bana refakat etti. Sonra ben Cebrail ile beraber Beyt-i Makdis’e vardım. Meleklerle birlikte namaz kıldım. “Ve bir rivayette” ervâh-ı enbiyâ da benimle birlikte namaz kıldılar.
“Ba’de’l-Mirac da Kudüs’de tekrar ervâh-ı enbiyâ ile namaz kıldığını Enes bin Malik -radıyallâhu anh- rivayet etmiştir.
Sonra âlî makamlara çıkılacak bir miraç, bir merdiven kuruldu. Cibril ile bindirildim ve onunla beraber yükseldim. Nihayet dünya semasına vardık. Cibrîl gök kapısını çaldı. Bekçi (Hazîn) melek tarafından “Kimdir o?” denildi. Cebrail -aleyhisselâm-“Cibrîlim” dedi. “Yanındaki kimdir?” diye soruldu. Cibrîl: “Muham-med -sallâllâhu aleyhi ve sellem-” diye cevab verdi.
Melek:
-Ya, O’na göğe çıkmak için mîrâç daveti gönderildi mi? diye sordu. Cibrîl: “Evet gönderildi” diye tasdik etti.
Hazin melek tarafından: “Merhaba gelen zâta. Bu gelen kişi ne güzel yolcu,” denildi. Ve hemen gök kapısı açıldı. Ben birinci semaya varınca orada Adem -aleyhisseiam- ile karşılaştım.
Cibrîl bana “bu senin baban Âdem’dir. Ona selam ver.” dedi. Ben de selam verdim. Âdem selamıma mukabele etti ve “Merhaba, hayırlı oğlum, salih peygamber” dedi.
Adem -aleyhisseiam- sağına bakıyor gülüyor ve soluna bakıyor ağlıyordu. Sağında cennetlik olan evladlarının ruhları ve solunda da cehennemlik olan evlatlarının ruhları var idi.”
Sonra Cibrîl, benimle yukarı yükseldi. İkinci semaya geldi, kapısını çaldı. “Kimdir o?” denildi. “Cibrilim” dedi. “Yanındaki kimdir?” denildi. “Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem- dedi.
Melek de: “Yâ, ona vahy ve mîraç gönderildi mi?” dedi.
Cibrîl: “Evet gönderildi.” dedi.
Melek “Merhaba gelen zâta, bu gelen kişi ne güzel yolcu” denildi. Ve hemen gök kapısı açıldı.
Ben ikinci semaya varınca orada Yahya ve İsa peygamberlerle karşılaştım. Yahya ile İsa teyze oğullarıdır. Cibrîl bana “selam ver” dedi. Selam verdim. Onlar da mukabele ettiler. “Merhaba hayırlı kardeş, sâlih peygamber.” dediler.
Sonra Cibrîl ile üçüncü semaya yükseldik. -Hadis-i sahîhde-birinci ve ikinci semadaki mükâleme böylece aynen devam etti. Üçüncü semada Yûsuf -aleyhisseiam-, dördüncü semada İdris -aleyhisseiam-, beşinci semada Harun -aleyhisseiam- ve semanın hâzini (meleği) ile mülakat ve selamlaştıktan sonra altıncı kat semada Mûsâ -aleyhisseiam- ile karşılaştı, ona selam verince Musa -aleyhisseiam- da mukabele etti. Sonra “salih kardeş, salih peygamber merhaba” dedi. Ben Musa’yı bırakıp geçince Mûsâ ağlamaya başladı. Musa’ya denildi ki “niye ağlıyorsun?”
-Benden sonra genç peygamberlere beyat olundu ki, onun ümmetinden cennete girenler, benim ümmetimden girenlerden çoktur da ben ona ağlıyorum.” dedi.
Sonra yedinci kat semaya yükseldik. Gök kapısı açıldı. “Kim 0?” denildi. “Cibrîlim” dedi. “Yanındaki kimdir?” denildi. “Muhammed” -sallallâhu aleyhi ve sellem- dedi. “Ona miraç daveti gönderildi mi?” denildi. Cibrîl de “gönderildi” dedi. “Bu gelen zata merhaba, bu gelen kişi ne güzel misafir,” denildi.
Yedinci kat gökte ibrahim aleyhisselam- bulunuyordu.
Cibrîl, “Bu gördüğün baban İbrahim’dir, ona selam ver” dedi. Ben de İbrahim’e selam verdim. O da selamıma mukabele etti de:
-Ey hayırlı oğul! Ey salih peygamber, merhaba! dedi.
Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz hazretleri buyurdu ki:
Bütün bu menâzil ve manzaralardan sonra Sidre-yi münte-hâya ref olundum. Sidre-i Müntehâ sahası açıktı. Bir de gördüm ki, Sidre ağacının meyvesi Yemenin Hecir karyesinin testileri gibi idi. Cibrîl bana: “işte burası Sidre-i Müntehâdır” dedi.
Sidre-i müntehânın kökünden dört nehir akıyordu. İki nehir zahirî idi. ikisi de bâtınî idi.
“Ey Cibrîl! Bu dört nehir nedir? diye sordum.
Cibrîl:
“Bâtın nehirler cennette iki nehirdir. Zahirî olan nehirler Nil ile Fırat nehirleridir.” dedi.
Sonra bana Beyt-i Mâmur keşf olundu, gösterildi. Gördüm ki, ona her gün yetmiş bin melek ziyarete geliyor.
Buyurdular ki: Sonra bana bir kâse hamrden, yani şaraptan ve bir kâse sütten ve bir kâse baldan üç bardak getirildi. Ben süt dolu bardağı aldım, yani sütü alıp içtim.
Cibrîl bana “İçtiğin süt senin ve ümmetinin fıtratı, yani hilkat-ı islamiyyesidir” dedi. Yani, “sütü alıp içtiğinize isabet ettiniz. Eğer şarabı içse idin ümmetin dalâlette kalacaklar idi.” demektir.
Miracdan avdetimde Musa’ya uğradığımda, Musa bana:
“-Sana ne emrolundu?” diye sual etti.
Ben de cevaben:
“-Gece ve gündüz bana elli vakit namaz emir olundu” dedim.
Sonra Musa -aleyhisselam-:
“-Senin ümmetin elli vakit namaza takat getiremezler. Vallahi ben muhakkak olarak nâsı tecrübe eyledim ve Benî İsraili şiddetli bir sıkıya tabî tuttum. (Benî israil’in ahlâk-ı zemimelerinin izalesi için çok uğraştım.) Sen Rabbine rücû edip ümmetin için tahfif buyurmasını Allah Teala’dan niyaz eyle.” dedi.
Ben de müracaatla niyaz eyledim, on vakit namaz tenzil olundu.”
Böyle böyle defaatle Mûsâ -aleyhisselam-‘a rücû ve o da daha tenzilini taleb etmesini çünkü ümmmetin bu namazı kılamaya-cağını ve buna tahammül edemeyeceğini söylemesi üzerine -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz tekrar Hak Sübhanehû ve Teâlâ hazretlerine rücû ve müracaat ve niyaz eyledi. Her defasında on vakit tenzil buyuruldu. Her gün on vakit namazla emrolundu.
Yine buyurulur ki: Dönüp Musa’ya geldim. Musa bana evvelki mütalaasını söyledi. Ben de Cenâb-ı Allah’a arz u niyaz eyledim de bu defa beş vakit namazla emrolundum.
Bunun üzerine Musa’ya dönüp geldim. Musa -aleyhisselam-
“Ümmetin her gün beş vakit namaza muktedir olamaz. Muhakkak ki senden evvel ben nâsı tecrübe eyledim. Rabbi’ne tekrar müracaat edip ümmetin için daha tahfîfini niyaz eyle.” dedi.
Ben de cevaben: Rabbim tealaya çok niyaz eyledim. Tâ ki bir daha arz u niyaz eylemekten utanırım. Bir daha müracaat edemeyeceğim ve bu beş vakit namaza razı ve buna teslim olacağım, dedim.
Sonra ben Musa’nın bulunduğu mahalli geçtiğimde bir mü-nâdî, yani Hak Sübhanehû ve Teâlâ Azze ve Celle Hazretleri:
“Ben beş vakit namazla farîzamı imza ve irâde eyledim ve kullarımdan tahfîf eyledim” diye nida eyledi.
İşte beş vakit namazın ümmet-i Muhammed üzerine farz olmasına irade-i Sübhâniye şeref-i tealluk eyledi.
Cebrail -aleyhisselam- Sidre’de kaldı. Çünkü Sidre’den öte bir parmak ucu yaklaşmış olsaydım yanardım, demiştir. Sidre’yi, ilahi bir nûr kaplamıştı. Sidre’den ötesi tasvir ve beyâna sığmayan bir âlemdi. En-Necm sûresinde:
“Sizin Rasûlünüze o vahyi kavî ve şedîd olan Cibrîl-i Emîn ta’lim etti.”
“O Cibrîl-i emîn ki kuvvet ve akılda kemal, manzarada heybet ve azamet sahibidir.” (Necm, 5-6) buyurulur.
Allah’ın halkettiği hey’et-i asliyyesi üzere müstakîm ve memur olduğu işlere kuvvetle müstevlî oldu.
Cümle enbiyaya Cebrail vahiy ile benî Adem suretinde geldiği kaviyyen mervîdir. Belki Fahr-i âlem -sallâllahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hazretlerine iki defa, biri Hira dağında vahy-i ilahi getirdiğinde ve bir de Mîrac-ı Nebîden avdetinde Sidre’de hey’et-i asliyyesi ile görünmüştür.
Cibrîl-i Emîn kavîdir. Kuvvetine delil, Lût kavminin karyelerini emr-i ilâhî ile altüst etmesidir ve Semûd kavmini bir sayha ile helak eylemesidir. (Musâhabe-3, Mahmud Sami Ramazanoğlu, 31-37)
Mi’raç Gecesi Namazı
Receb-i şerîf’in yirmiyedinci gecesine müsadif olan mübarek Leyle-i Mi’raçta on iki rekat nafile namaz kılınması müstah-sen görülmüştür. Her rekatta, Fâtiha-i şerîfe’den sonra başka bir sûre okuyarak iki rekatta bir selâm vermeli ve sonra yüz kere :
“Sübhânellâhi velhamdülillâhi velâ ilahe illallâhu vallâ-hü ekber” teşbihini okumalıdır.
Sonra yüz kere;
“Estağfirullâh el- Azîm” diyerek istiğfar da bulunmalı ve yüz kere de Nebiyy-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimize salât ü selâm göndermeli:
“Allâhümme sal I i alâ Muhammedin ve alâ âli Muham-med” demelidir.
‘Gündüzünde oruçlu bulunmalıdır.
*Masıyete dâir olmaksızın yapılacak her duanın kabulü, inâ-yet-i ilâhiyyeden umulur. (Dualar ve Zikirler s: 129)
Miraç Gecesinin Gündüzünde Oruçlu Bulunmanın Fazîleti
Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh-, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-‘in şöyle buyurduğunu bildiriyor:
“Receb’in yirmiyedinci günü oruç tutan kimse için (Allah Te-âlâ) altmış ay oruç tutmuş sevabını yazar. O gün Cebrail -aley-hisselâm-‘ın Nebiyy-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- üzerine peygamberlik vazifesini indirdiği ilk gündür.” (Gunye 1/182)
Yine Ebû Hüreyre ve Selmân-ı Fârisî -radıyallâhu anhümâ-Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizin şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir:
“Receb’de bir gün ve bir gece vardır ki, o günde oruç tutan ve o gece namaz kılıp (o geceyi ihya eden) kimse için, yüz sene oruç tutmuş ve yüz sene gece namazı kılmış (geceyi ihya etmiş) gibi sevap verilir.”
“O gün Receb’in (bitmesine) üç gün kalan gündür. Yine o gün, Nebiyy-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizin peygamber olarak tâyin olunduğu gündür.” (Gunye 1 /183)
Henüz yorum yapılmamış.