Bereket yağmurları

Bereket yağmurları
12 Ağustos 2009 tarihinde eklendi, 2.120 kez okundu.

Cenâb-ı Hakk’a sonsuz hamd ü senalar olsun ki, Ramazan-ı Şerîf’in mağfiret iklîmi, mü’minleri bir rahmet bulutu gibi gölgesi altına aldı..
Ramazan-ı Şerîf ki, islâm’ın dört şartının heyecanla yaşan-d|ğı mübarek bir aydır. Ruhu incelterek derinleştiren Ramazan-ı Şerîf, “refes”, “fısk” ve “cidâl”in yasaklandığı hassas hac ibâdetine ruhen bir hazırlıktır.
Hiç şüphesiz ki Ramazan-ı Şerîf’in bütün günleri birer fırsat demleridir. O, baştan sona feyiz semâsının bereket yağmurudur. Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem- buyururlar:
“Ramazan-ı Şerîf’in evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu da cehennemden âzâd olmaktır…”
Ramazan-ı Şerîf, gönüllerde feyz ü bereketin taştığı, rûhânî bahar yeşilliklerinin açtığı bir mevsimdir. Kurumuş îmân sîneleri, amel-i sâlihle tazelenecek, solmuş sararmış kalbler, takva ile be-zenecek ve rûhânîleşecektir. Bu ay, baştan sona bir ganimet ve kazanç fırsatı olacaktır.
Ancak bu fırsatı değerlendiremeyenlerin ne büyük bir hüsranda olacağını şu hadîs-i şerîf şöyle sergiler:
Kâ’b bin Ucre’den:
Rasûlullâh -aleyhisselâm-, bizden, minbere yakın oturmamızı isteyince, minberin tam önünde topluca oturduk. Bir basamak çıktı: «Âmîn!» dedi. Bir basamak daha çıktı. Yine «Âmîn!» dedi. Bir basamak daha çıktı. Yine «Âmîn!» dedi. Minberden indiğinde:
“-Ey Allah’ın Rasûlü! Bugün biz, sizden daha önce işitmediğimiz yeni bir şey işittik.” dedik.
Bunun üzerine buyurdu ki:
“-Minberde iken Cebrail geldi. Bana birinci basamakta iken:
«-Ramazan-ı Şerîf’e erişip de bağışlanmayana lanet olsun!» dedi.
Ben de: «Âmîni» dedim.
İkinci basamağa çıktığımda:
«- Yanında senin adın söylendiği halde sana salât ve selâm getirmeyene lanet olsun!» dedi.
Ben de: «Amîn!» dedim.
Sonra üçüncü basamağa çıktığımda:
«-Ana babasının yaşlılığına erişip de veya bir tekinin ihtiyarlığını görüp de, cenneti kazanamayan kişiye lanet olsun!» dedi.
Ben de: «Âmîn!» dedim.” (Hâkim, Tirmizî)
Bu hadîs-i şerîfde bu kadar rahmeti bol olan bir ayda ibâdete, kulluğa, salevât-ı şerîfeye ve ana-baba hakkına karşı bîgâne kalmanın hazîn akıbeti ifâde edilir.
Bu mübarek günlerin değerlendirilmesi hususunda îfâ edilen ibâdetlerin başında yoksul, yetîm, kimsesiz, çaresiz, hasta ve muhtaçların gözetilmesi de gelir ki, yüreklerin böyle kimselere uzanması, onlarla bir gönül beraberliği yaşanması ve onlara sıcak bir kucak olunabilmesi, Ramazan-ı Şerîf’in fazîletini yücelten en mühim müessirlerdendir. Zîrâ bu ibâdetler, yâni ehline verilen zekât ve sadaka gibi amel-i sâlihler, Cenâb-ı Hakk’ın afv ü mağfiretini coşturur. Feyiz ve bereketlere gark eder. Rahmet-i ilâhiy-yenin kapılarını aralar. Azabın yolunu kapatır. İnâyet-i ilâhiyye kapılarını açar.
Hadîs-i şerîflerde buyurulur:
“Sadaka, şerrin yetmiş kapısını kapatır.”
“Sadaka, Allah’ın gazabını söndürür.”
Lokman Hakîm oğluna:
“-Evlâdım! Bilerek veya bilmeyerek bir günâh işlediğinde, hemen tevbe edip tasaddukta bulun!” derdi.
Husûsiyle Ramazan-ı Şerîfde verilen sadakaların ehemmiyeti şöyle beyân edilmiştir:
Bir adam Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-‘e gelerek:
“-Yâ Rasûlallâh! Hangi sadaka ecir bakımından daha büyüktür?” diye sordu.
Allah Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem-:
“-Ramazan-ı Şerîf’de verilen sadaka…” (Tirmizî) buyurdular.
Hakk dostları, infâk edenlerin sıfatlarını şöyle ifâde ederler:
Şerîat ehlinin infâkı, mallardan; hakikat ehlinin infâkı, mallara ilâveten rûhâniyetlerindendir.
Ariflerin infâkı, gönüllerinden olur. Çünkü onlar, ilâhî huzurdan geri duramazlar. Âşıkların infâkı, ruhlarından olur. Çünkü onların ruhları kazâ-yı ilâhiyye tecellîsine rızâ halindedir. Zenginlerin infâkı, malın keseden çıkmasıdır. Dervişlerin infâkı, gönülden ağyar ve mâsivânın çıkmasıdır.
Âbidlerin infâkı, nefislerinden olur. Onlarda nefislerini kulluk ve hizmetten esirgemezler.
Gönlü ganî olan zenginler, infâk ederken mallarını muhtaçtan kıskanmazlar.
Bütün kimsesiz ve yoksullar, şükreden cömert zenginlerin varlığı ile mes’ûd ve zengindirler. Nisan bulutu, üzerinden geçtiği topraklara nasıl rahmet ve bereket yağdırır ise; cömert ve merhametli kullar da, aynı şekilde Allah’ın muhtaç ve garîbe olan rahmetine vesîle olur.
İnfâk eden, ne kadar severek, candan ve bir zevk-i bediî içinde verirse, alana da o kadar bereket olur. Böyle bir alışveriş, verene de alana da huzur kaynağıdır. Çünkü verenin ruhî derinliği, alana akseder. Âyette buyurulan “ticâreten len-tebûr” meydana gelir.
Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-:
“el-Fakru fahrî; Yoksulluk, benim iftihârımdır!..” buyurur.
Bu hadîs-i şerîf, bir hikmet levhasıdır. Dünyâ zenginliğine karşı gönül zenginliğini tercîh eden bu görüş, kanâati emreder. Bu ifâde, sâlih yoksullardaki fazîleti idrâk edebilmek içindir.
Âyet-i kerîmede “mahrum” diye belirtilenler, yâni iffeti dolayısıyla isteyemeyenler, kanâat, rûh hazînesi ve zenginliği ile mücehhez bulunan kimselerdir. Kanâat ne güzel bir hazînedir.
Hazret-i Mevlânâ buyurur:
“Sehâvet ehli olan kimseye yakışan, fakire ihsandır. Âşıklara seza olan, cânân yoluna fedâ-yı candır.”
infâka nümûne olması için Allâme bin Kayyım, Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem- Efendimiz’in intaktaki gönül zenginliğini şöyle ifâde eder:
Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem- Efendimiz, sahip olduğu şeyleri sadaka olarak verme hususunda hiçbir insana benzemezdi. Allah’ın kendisine verdiği malları biriktirmez, bir köşede tutmazdı. Bir kimse, kendisinden bir şey istediğinde az veya çok mutlaka verirdi. O’nun sadaka verişi, fakirlikten korkmazcasma bir verişti. Sadaka vermek, kendisi için en büyük bir hazdı. O’nun vermekten duyduğu sevinç, ihtiyacı olup da O’ndan alanın duyduğu sevinçten kat kat daha fazlaydı. Hayır işlemede insanların en cömerdiydi. Sağ eli bereket saçan bir rüzgâr gibiydi. Bir ihtiyaç sahibi, O’na derdinden söz açtığı zaman çok duygulanır, onu kendisine tercîh eder, bazen yemeğini, bazen de üzerindeki elbisesini verirdi.
Hazret-i Câbir’den naklen Tefsîr-i Hâzin’de deniliyor ki:
“Küçük bir çocuk Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-‘in huzuruna geldi. Annesinin bir gömlek istediğini arzetti. O sırada Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem-‘in, sırtındakin-den başka gömleği yoktu. Çocuğa başka bir zaman gelmesini söyledi. Çocuk gitti. Tekrar gelip, annesinin Hazret-i Peygarm-ber’in sırtındaki gömleği istediğini söyledi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, Hücre-i Seâdet’e girdi, sırtındaki gömleği çıkarıp çocuğa uzattı.
O esnada Bilâl -radıyallâhü anh- da, namaz vakti girmiş olduğundan ezân-ı Muhammedi’yi okumaya başladı. Fakat Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, sırtına alacak bir şey bulamadığı için cemâate çıkamadı. Ashâbdan bazıları, merak edip Hücre-i Seâdet’e girdiler; Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem-‘i gömleksiz olarak buldular. Bu hâl, onları derin derin düşündürdü.
«Beşinci halîfe» unvanını alan Ömer bin Abdülazîz şöyle buyururdu:
“Namaz, seni yolun ortasına kadar götürür. Oruç, Pâdişâh’in kapısını açar. Sadaka da, Pâdişâh’in huzuruna sokar.”
Ubeyd bin Umeyr’den:
“İnsanlar son derece aç, susuz ve çıplak olarak haşrolunur-lar. Onlardan hangisi dünyâdayken Allah için yedirmişse, Allah da onu o günde doyurur. Allah için dünyâda içirene Allah orada içirir. Nihayet Allah için giydireni de Allah orada giydirir.”
Hadîs-i şerîfde buyurulur:
“İnfâk et ey insanoğlu, ki sana da intak edilsin!” (Buhârî, Müslim)
İnfâkın hakîkatini Mevlânâ Hazretleri, şu misâl ile ne güzel îzâh eder:
“Mal, sadakalar vermekle hiç eksilmez; hayırlarda bulunmak, malı kaybolmaktan, zayi olmaktan korur!”
“Verdiğin zekât, kesene bekçilik yapar, onu korur. Kıldığın namaz da sana çobanlık eder, seni kötülüklerden, kurtlardan kurtarır. ”
“Ekin ekenin ambarı boşalır, lâkin hasad vakti gelince, saçtığı tohumlara karşılık kaç mislini geri alır! Boşalttığı bir ambara mukabil kaç ambar dolusunu iade alır!..”
“Fakat buğday ekilmez, yerinde kullanılmaz da ambarda saklanırsa, bitlere, küçük kurtlara, farelere yem olur. Bunlar, onu tamamıyle mahvederler.”
Allah Teâlâ buyurur:
“Size rızık olarak verdiğimiz şeylerden infâk edin!” (ei-
Münâfikûn, 10)
“(Ey Rasûlüm!) Altın ve gümüşü biriktirerek saklayıp onları Allah yolunda harcamayan kimseleri acıklı bir azâb ile
müjdele!..” (et-Tevbe, 34)
Zekât ve infâk, Allah için bir ibâdet olduğundan dolayı, verilenlerin doğrudan doğruya Cenâb-ı Hakk’a verildiğini bilmelidir. Hadîs-i şerîfde buyurulur:
“Sadakalar, önce Allah’ın lütuf eline, oradan da muhtacın eline geçer…”
Mü’min, zekât ve sadakayı hakîkatte Allah’ın eline verir, muhtaç da bunu almakta Allah Teâlâ’nın vekîli olursa, verilenler, bir edeb ve teşekkür içinde muhtaca takdîm edilmiş olur.
Âyet-i kerîmede bu ibâdetin ehemmiyetini tebarüz ettirmek için mecazen: “Sadakaları Allah alır.” (et-Tevbe, 104) buyurulmak-tadır.
Sadaka verirken dikkat edilmesi gereken edeb, çok mühimdir. Sadakadaki edebin, Kur’ânî ifâdesi şöyledir:
“Ey îmân edenler! Allah’a ve âhıret gününe inanmadığı halde malını gösteriş için harcayan kimse gibi, başa kakmak ve incitmek suretiyle, yaptığınız hayırlarınızı boşa çıkarmayın! (Sadakalarınızı imha etmeyin!)” (e!-Bakara, 264)
Allah dostları, zekât ve sadaka verirken minnet ve başa kakmak endişesinden kurtulmak için muhtacın önünde ayağa kalkıp tevazu göstererek takdîm etmişlerdir.
Süleyman -aleyhisselâm-, Cenâb-ı Hakk’ın bahşettiği dünyâ saltanatına bir meyil göstermeyip, bu saltanatı, kalbinin dışında taşımıştır. O, sık sık fakîrlerin yanına gider, onlarla oturmakdan haz alırdı:
“Miskin, miskinlere yakışır!” derdi.
Böylece, dünyâ saltanatı içinde tevâzûun en güzel hâlini yaşardı.
Âyet-i kerîmede buyurulan:
“Ey insanlar! Hepiniz fakîrsiniz. Zengin olan ancak Al-lâh’dır.” hakîkatinin idrâki içindeydi.
Birgün gafilin biri, zengin gönüllü fakîrlerle bir arada olmaktan hoşlanan, onlarla hem-hâl olan Süleyman -aleyhisselâm-‘a şöyle dedi:
“-Niçin böyle fakîr ve miskinlerle oturur, yer-içersin?”
Süleyman -aleyhisselâm- da cevaben:
“-Çünkü ben yalnız gönülleri zengin olanları severim.”
İçinde yalnız hava bulunan ağzı kapalı bir testi, suyun üstünde batmadan mesafeler alır.
Kalbi Allah -cellle celâlühû- aşkı ile dolu, aynı zamanda ağzı bütün nefs ve dünyâ azgınlıklarına kapalı mü’min de, dünyâ ummânında batmayarak nice yüce menzillere ulaşır.
Gönlü cömertlik, merhamet, tevâzû ve muhabbet duyguları ile dolu bir mü’min, dünyâya aldanmayıp cân âleminde seyreder.
Dünyâya âid olanca nîmetler, onların gönül gözünde hiçtir. Arzu ederler ki, gönülleri marifet ve ilâhî aşkla dolsun ki, o ilâhî muhabbet semâlarına kanatlanmak kolay olsun!

Etiketler:

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Sayfa başına git