Anlamak zor değil aslında /Murat Başaran
Küçük bir bahçe…
Bahçenin köşesinde odunluk…
Odunluğun dibinde erik ağacı…
Ben odunluğun damında, erik dallarının altında. Çocuğum…
Büyümek uzak…
Hayallerim büyük ve darmadağınık…
Çiçekten anladığım bir papatya idi…
Ve şaşırdığım, arka sokaktaki “güzel ev”in bahçesindeki dev papatyalar…
Yalnızdım… Çoğu zaman…
Ezan okunduğu zaman, susmayı bilirdik.
Yalnızsam; yalnız susardım…
Çeyrek ekmek içine, bahçeden taze soğan…
Macuncunun sesi; o ihtiyar amca…
Almazdım çoğu zaman ama, bahçe kapısına çıkar seyrederdim.
Güneş vururdu yüzüme…
Dar sokakta, güneşle gölge saklambaç oynardı…
Dondurmacı ve lahmacuncu da geçerdi bizim sokaktan.
Arka bakkaldan leblebi tozu, gündoğdu veya gazoz…
Ama hep nadiren…
İstanbul ne bilsin o zaman, başına belâ olacağımı…
Ben nerden bileyim vurulacağımı…
İstanbul… Denizi olan şehir…
Mektup zarfının üstünde masmavi bir şey…
Vapur… O, İstanbul…
Ben odunluğun üstünde, erik dallarının altında…
Sokaktan macuncu geçiyor.
Haberim yok; üstadlar hayatta o zamanlar, küllükte demleniyorlar… Büyümek çok uzakta…
Ben herşeyden habersizim…
Herşey benden habersiz.
Ezan okunurken susmayı biliyoruz ama…
Koca dünyada, bir ömürcük kısa bir hikâye benimkisi. Hayata içinden baktığım. Bütün hayatı o hikâye sandığım… Ama sıkı hikaye…
Beğenmeyecek veya vazgeçecek değilim…
…
Kara önlük, beyaz yaka…
Sokağın tek televizyonunun karşısında bir telaş…
Kıbrıs’a çıkartma var. Kadınlar ağlıyor.
Okul dönüşü mavi kab kağıdı getiriyorum sipariş üzerine…
Evin ışıklarına iptidai abajurlar geçiriyoruz.
Karatma yapıp oturuyoruz, mavinin içinde…
Kurt masalı gibi bir şey; sessizce yaşanan, ürpertili…
Bize bir şey olmaz; biliyorum.
Büyümek çok uzak ama, zaman geçiyor…
Sonraları uğruna yaşanacak bir şey lazım; Vatan-Millet-Sakarya…
“Ölüm var oğlum; adam gibi yaşa, pişman olma” en büyük ders… Eyvallah…
Geçelim teferruatı; bir çocukluğum var, hepsi o…
İstanbul’dan bunalınca…
Yani yaşamaktan…
Gidip gidip sığındığım…
Odunluğun üstünde, erik dallarının arasındayım… Hâlâ…
Şimdi açık adres versem elinize…
Gidip bulamazsınız; depremle yıkıldı bitti…
Ama ben ordayım hâlâ…
Çocukken erik dallarının arasından gökyüzünü seyrederdim…
Büyümeyi merak ederdim…
Büyümekte gizliydi sanki hayatın anlamı…
Sonra bu anlamı aşkta aradım. İstanbul’da aradım… İstanbul!
Gazozla leblebi tozunun yetmediği şehir…
Hiçbir şeyin yetmediği…
Sonra anladım; büyümek matah bir şey değil…
Büyüyünce ölüyor insanlar…
Bahar bitiyor, macuncu bitiyor, gökyüzü bitiyor…
Aşk ve İstanbul bile…
Ölüyor… Ölünce insan…
Şimdi İstanbul’da…
Perdeleri çekilmiş bir odada… Ama odunluğun üstünde; gökyüzünü seyrediyorum erik dallarının arasından…
Aşk lazım…
Yaşamak lazım…
Adam gibi yaşamak lazım…
Ezan okunurken susmayı bilmek yetmiyor velhasıl…
Ölümle anlaşmak lazım…
Henüz yorum yapılmamış.