Katık etmiş bir neslin çocuklarıyız
Bugün canım kardeşim geliyor, hem sevincimi hemde onun en sevdiğim yazılarından bir tanesini sizlerle paylaşmak istedim..:)
Allah tarafından mütemadiyen düşünebilme ,etraflıca ve uzun uzadıya düşünebilme meziyetiyle donatılmış bir insanım, huyum kurusun .
Bu sabah ki düşey ve düşsel gezintilerimde ise çocukluğuma düştü yolum. Kendi çocukluğuma indim. Kendimi, içimde çocukluğumu içselleştirdim.
Şöyle derken buldum kendimi, kendime :
Tam da otuz yaşıma gelmişim . Küçükken ufacıkken, top oynayıp acıkmış bir çocukken, doğal devinimimi tamamlayıp büyümüş , anne olmuşum.
Peki ya o zaman nedendir benim şu önümde duran üç kutu sürülebilir akışkan çikolataları (reklam olmasın, anladınız siz onu) bir kez bile olsun kaşık kaşık yiyemeyişim ? !
Ne zaman elime bir kaşık alıp bu akıllara zarar lezzet yumağının başına geçsem, gaiplerden bir ses ´Katık et yavrum´ diye beni manen tokatlıyor sanki.
İşte o zaman, elimdeki kaşığı büyük bir vicdan azabıyla bırakıp, bir bıçak alıyorum. Bir dilim de ekmek. Ümitsizce katık ediyorum ekmeği çikolatayla .
Derunuma indim sonra. Taa o top oynayıp acıkma dönemlerime. Düşünüp taşınırken ,buldum sebebini. Çünkü ben bir memur kızıydım. Çünkü ben bu ´Katık et yavrum´ nidalarıyla büyümüş bir neslin, filiz vermiş bir fidanıydım. Ve hem sonrasında arkamdan ağlamasın diye ekmek batırdığım yemeğin suyu, büyüyünce karakterim oluvermiş, ansızın bir kabus gibi çöreklenivermişti beynime !
‘Katık et yavrum! Gelin tabağı yapıver hadi çocuğum ! Bak arkandan ağlar sonra ! ‘ sesleri içimde dalga dalga yayılmış, nesilden nesile geçicek bir zincirleme isim tamlaması haline çoktan dönüşüvermişti.
Otuz yaşıma değil, altmış yaşıma da gelsem, ben o akışkan şeyleri kaşıklayamaz, dibine darı ekemezdim. Yapamazdım bunu ! Bu katık etme psikolojisi benim çocukluğumdan bilinçaltıma yerleşip derunuma öyle bir işlemişti ki, adeta haramla eşdeğer olmuştu o lezzet yumağını kaşıklamak bana ! Tiridine banmaktı benim kaderim, tirit yemek değildi..
Sonra, yemeğin tanelerini yiyip suyunu bırakanlara karşı duyduğum o amansız öfke, poğaçaların içini yiyip hamurunu kıyıya ayıranlara gıcık oluyor olmam, peyniri adeta ekmek yermişçesine katıksız yiyenleri bir kaşık suda boğmak isteyişim de hep bu memur kızı psikolojisiyle alakalıydı.
Elime ne kadar para geçerse geçsin, pahalı kozmetik malzemeleri alamıyor oluşum, bir türlü ´Çünkü ben buna değerim´ diyemiyor oluşum da bundan kaynaklanıyor. Bu yüzdendir, seri sonlarını beklemelerim, bu yüzdendir gelişmiş outlet kültürüm.İşte bu yüzdendir doğan görünümlü şahincesine, pahalı görünümlü ucuz şeylere merakım !
Memur çocuğu psikolojisi !
Ne var ki, bir esnaf çocuğu ile evlenivermişim.
Memur çocuğu ile esnaf çocuğu psikolojileri arasındaki dokuz farkı da bu düşünce çağlayanları içerisinden bir çırpıda çekip çıkarıverdim.
…
Esnaflar için ay başı ve ay sonu gibi kavramlar pek birşey ifade etmez. Olsa olsa, ay sonunda tahsil edicekleri çekleri olduğundan bir mana ifade ediyor olabilir. Halbuki memur öylemidir ?
Ay sonu demek, tüm hayallerin tekrar tekrar yıkılışı, elde avuçta olanın, yetirilecek sanılıp bir türlü yetirilmeyen o bütçe yırtığının en azamiye yükseldiği zaman dönemidir. Zuladaki düğünden, ya da çocuğun sünnet töreninden kalma çeyrek altınlardan birinin daha feda edilişi demektir memur için ay sonu.
Esnaf, parayı bulduğunda hesapsızca tüketir. Gelecek ayı düşünmez. Gözü karadır. Parayı bulduğunda herşeyin en iyisini alma psikolojisi ile donanmıştır. Bu sebeple esnaf adam, parayı bulunca onu hemen yer, bulamaz ise aç kalır. İdare etmeyi bilmez. Yemeğin tanesini ayıklayan, hoşafın suyunu içen takım, hep bu grubun içerisinden çıkmıştır.
Halbuki memur öyle midir ? Onun hiç ‘çok iyi’ günü olmamıştır. Geleni, gideni hep bellidir. Ve ayağını yorganına göre uzatmak deyimi, memurun yaşam tarzını oluşturmuştur. Maaşını aldığı zaman hiç gidip ´En iyisini´ almak gibi bir eylemde bulunamamıştır. Çünkü bilir ki, birşeyin en iyisin almak, memur için ay sonunu getirememek ile eş değerdir.
Esnaf, yüklü bir mal satarak çok zengin olmayı hayal eder. Memurunsa hiç öyle hayalleri yoktur. Kenara ayıracağı üç kuruşun çoğalacağı günleri ümitsizce bekler durur memur.
Esnaf çocuğu, vaktiyle iyi gününde akışkan çikolatalı ekmek yerken, memur çocuğunun yediği şey, bitkisel margarine serpiştirilmiş şekerli ekmekten başka birşey olmamıştır.
Esnaf, peşin alışveriş yapar. Çocuğuna en iyi bisikleti bir hamlede alıp, bir sonraki ay elde avuçta birşey kalmadığı zaman aç kalma olasılığını göz önünde dahi bulundurmaz. Gözü karadır.
Ancak , taksitli alışverişler memurlar için biçilmiş kaftandır. Az bir meblağı uzun süreli ödemek, maaşın uzun süreyle azar azar eksilmesi demektir. Bu, tam da memurun aradığı şeydir.
Esnaf eşleri, yüklü nakitleri olduğu zaman çocuklarını nazlama, onların istediği şeyleri pişirme lüksüne erişmiş, nakit sevinçleri kursaklarında kaldığında da ´Bir zamanlar biz ne idik´ cümlesini çokça kullanan , görmüş geçirmiş insanlardır.
Halbuki memur eşleri, çocuklarına ne pişirirse, çocukları onu yemek zorundadır. Çocukların naz yapma gibi bir lüksü yoktur. Çünkü ekmek bulamadıkları zaman asla pastayı da bulamayacaklarını bilir memur çocukları.
Memur eşleri ´Biz ne idik bir zamanlar ´ yerine, ´Ben babamın evindeyken ´ cümlesini daha sık kullanırlar, çünkü hiçbir zaman evliyken yüklü miktarda para geçmemiştir ellerine. Dolayısıyla esnaf eşleri gibi hiçbir zaman paraya bağlı bir şımarıklık da yaşamamışlardır.
Esnaf ve ailesinin ‘sonradan görme’ durumuna bağlı huy değişikliğine gitmeleri olasılığı fazladır. Evde Tv izlemenin yerine sinemaya gitmek, evde pişen etli kuru fasulyenin yerine restorantlarda Sushi yemek gibi bir ´Ay ne oldum ben ´ hissine kapılabilirler. Ne kadar ekmek , o kadar köfte uğruna her türlü pahalı hobilere, – hiç anlamasalar da – her zaman açıktırlar.
Durumları basamak atladıkça, altın sarısı bir dekorasyona bürünür evleri. Sınıf atladıkları zannına kapılarak önce evlerini, sonra çevrelerini yenilerler. Pahalı zevkleri olan insanlara yakınlaşırlar.
Memur ve ailesi ise, her zaman rutin hobilerine talim etme vefalılığını göstericek kadar erdemli insanlardır. Peçete koleksiyonu ile mutlu olmayı bilirler. Çevrelerine karşı oldukça duyarlıdırlar, sınıf atlama olasılıkları olmadığı için , ahbap, dostlarına karşı sadıktırlar. Onların sonradan görme ! ihtimalleri, aile büyüklerinin hakkın rahmetine kavuşması ile başlayacağı için, aynı zamanda oldukça sabırlıdırlar da.
İşte böyledir esnaf ve memur aileleri.
Böyle ailelerde yetişmiş çocukların psikolojileri bir ömür sürecek, ve bu hiçbir zaman değişmeyecektir. ‘Esnaf ailesi çocuğu’, parayı bulduğunda har vurup harman savuracak bir düzene alıştığı için, esnaftan hiçbir zaman kız alınmamlıdır. Memur çocuğu da, elindeki artırdığı paraya bile kıyıp harcayamayacağı için, ondan hiçbir zaman iyi ve cömert bir erkek çıkmaz. Memur çocuğuna asla kız verilmemeli, esnaftan ise asla kız alınmamalıdır !
Bu durumda en iyi karı-koca denklemi, memur kızı ve esnaf oğludur.
Esnaf oğlu gerektiği zaman karısı için para harcamayı bilecek, bonkör bir eş olacak, memur kızı da o bol zamanlarında akıllıca davranıp kıyıya köşeye birkaç kuruş atma psikolojisine sahip olduğu için, kocasına zor zamanlarında kıyıda kalıp küflenmiş parasıyla destek olacaktır.
Memur kızına not : Yemeyip, içmeyip artırdığı paralarını mümkünse esnaf oğlu kocasından gizli saklı biriktirsin. Esnaf oğlu sıkıntıya gelemediği için, en ufak bir zorlukta müracat edeceği ilk şey, bu yastık altı birikimler olacaktır..
Son olarak,
Charlie´nin çikolata fabrikasındaki çikolata nehirine düşsem bile , ben o akışkan şeyleri kafama dikemem. Çünkü ben bir memur kızıyım. Bu durumda, durmak yok, çorbaya ekmek doğramaya devam ! demek kalıyor geriye..
NOT: İş bu yazının, gerçek kişi ve kuruluşlar ile uzaktan yakından hiçbir alakası yoktur. Mevzubahis karakterler tamamiyle hayal ürününden ibarettir.
Hilalcim güzel bir yazı olmuş.isabetli tesbitlerin var…yazan: katıksız yemeyen bir memur çocuğu…:)
resmen o günlere döndüm ben seksen doğumluyum babam memurdu dört kardes babanne ve kuzen birde annem de bir evde yardmci olarak calişiyordu maaş günleri alınan bir paket krem çikolata dilimlenmiş beş ekmeye sürülürdü pardon koklatılırdı diğer günler ise yağli yada salcalı ekmekler yerini alırdi ama herseyin tadı vardı ne guzelmis o gunler en luks ikram petibör dü simdilerde rağbet gördü ev yapımı olanlar . o zaman değeri yoktu 80kilo domatesi salca ya 5 -10 kilo visneyi tek tek kibrit çöpü ile çikaran cefakar ev kadınına hurmet nerede şimdi elinde yapışıp kalan hamuru
kutsal bilipte ziyan etmyıp çorbaya ovalayan kadınlar
Evet o zamanlarda tereyağ ,bal çok lükstü.Margarin üzerine serpilen toz şeker veya salça hatta salçanın üzerine serpilen nane ile mutlu olurduk.Bakkaldan leblebi tozu veya sakız alabilirdik .Kantinde simit gazozdan başka bir şey olmazdı.Okuldan gelince içilen sıcak oraletler ,evcilik oyunları,yazın sokakta güvenle oynamak ,ağaçlara tırmanmak ,komşularla akraba tadında yaşamak..Apartmanımızın önünde kaynatılan salçalar ,Ah , ah..:(