Kabe´den..
Kardeşim Hilal Kantarcı nın kaleminden…:)) Hayırlı cumalar diliyorum..
Bilmem kaçıncı defa daha uçak Suudi Arabistan, Cidde şehrine doğru iniş yaparken, ben uçağın içinde bilmem hangi koltukta yavaş yavaş alçalmayı beklerken, yine nasıl bir ülkeden, nasıl farklı bir ülkeye geldiğimin muhasebesini yapmaktayım.
Toplam beş seneyi bu ülkede geçirmiş olmak elbette bu ülkeye dair alışkanlık kesbetmeme neden oldu, ancak içimdeki memleket özlemini, yangını, sevdaları hiç dindirmedi.
Yine yemyeşil bir ormanın içinden, deniz kenarı bir şehirden, mis kokulu, kekik rayihalı rüzgarları geride bırakarak bir çöl ülkesine geldiğimi, uçak Cidde´ye doğru alçaldığı vakit daha iyi anlıyorum.
Ve bu kuraklık, bu çölün ortasındaki şehirde yaşamak, şehrin soğuk ve tek renk binalarına yeniden alışmaya çalışmak beni bir kez daha mutsuz ediyor.
Üstelik daha havaalanından dışarı adımımı atar atmaz beni karşılayan ve çepeçevre saran sıcak ve bir o kadar da bunaltıcı hava da, tüm bu hasretlerimin üzerine tuz biber oluyor.
Sonrası ev.
Sonrası her odaya bir adet düşen klimaların gürültüsü. Uçaktan sanki hiç inmemişçesine bu büyük uğultu hayatımın bir parçası haline dönüşecek yine, biliyorum.
Ve biliyorum ki tüm bu uçsuz bucaksız bir kuyuya düşmüşlük hissi geçecek. Biliyorum alışacağımı. Biliyorum, bu herşeyin tamam, ama birşeylerin eksik olduğu hissini veren gurbet duygusunu beynimin alt köşelerinde biryerlerde bastırmaya çalışacağımı.
Eğer öyle olmasaydı, beş sene başka bir ülkede kalabilir miydim ?
Hem sonra Kabe´ye bir saat, Medine´ye dört saat uzaklıkta olan bir şehir, olsa olsa nimet olmalı değil miydi insana bahşedilen ?
Elbette öyle. İşte tam da ne zaman şikayet etmeye başlasam bu şehirden, ne zaman aklıma cırcır böcekleri düşüverse, memleket fotoğraflarına dalıp gitsem, hayalimde Yalova sokaklarını arşınlasam ve artık geri dönmek istediğimi hatırlatsam kendime, bir korku sarıverir içimi.
Kabe´yi bir gün gelipte sadece ekranlardan izleyebilme korkusu.
Şikayetlenen dilim o anda kopası olur.
İşte o an, Kabe´nin kokusunu uzaklardan hissederim de, içim yanar, burnumun direği sızlar diye korkarım.
İşte o an, bu şehrin herşeyi sevimli gelir bana.
Tüm bu tozun toprağın, tüm bu çölün içinde kutlu bir insanın, dahası bir Peygamberi n bir zamanlar yaşadığını biliyor olmak, bu toza toprağa bürünmek ve çölde bir kum tanesi olup sürünmek kadar yeğdir.
Dağlarında ağaçların yetişmediği, çölde bir şehir Mekke.
Bir kutlu yetimi barındıran, anne şefkatiyle dağlarında, -ama sizin hayal ettiğiniz gibi olmayan- kaya dağların içinde bir güzel Peygamberi saklayan şehir Mekke.
İlk ayetin indiği kaya, taş dağlarının üzerinde Muhammed (sav) in ayak izleri var.
İşte bu yüzden ki ümmeti, bilmem kaç asırdır o ayak izinin tozunu sürmekteler.
Rabbimin ´evim, beytim´ dediği Kabe´yi içinde barındıran şehir, tozuna sürünülesi, tozu olunası bir şehir değildir de nedir ?
Ve saat sabahın altısı…
Tam altı saat önce çıktım evden, bir saatlik yol kadar uzağımda olan Kutlu şehir Mekke´ye doğru. Ramazan ayında yapılan Umre´nin sevabına nail olmak maksadıyla, İhrama niyet ederek ayrıldım evden.
Mekke yolu adeta bayram yeri. Dünyanın dört bir yanından insanlar akın akın yollardalar. Şükür ki, Rabbim Mekke´nin barındırdığı kutlu yetim, öksüz Peygamberini tüm dünyaya tanıtmış. Şükür ki Peygamberin davet ettiği kutlu yol için dünyanın her yerinden insanlar yolcu olmayı kabul etmiş.
Şükürler olsun..
Ağustos ayı… Kabe hıncahınç kalabalık. Tavaf etmek zor, meşakkat. Hava bir o kadar sıcak, insanlar terli.
Ama ibadete sabrın, azaba sabırdan yeğ olduğunun farkında herkes.
Öyle çok çeşit insan var ki Kabe´de, gözünüzün gördüğü çeşitliliği beyniniz idrak etmekte zorlanıyor adeta…
Siyah insanlar, beyaz insanlar…
Güzel insanlar…
Ve mutlu insanlar..
Rabbin mağfiret müjdesi yüzlerine yansımış, arınmanın verdiği sevinçle , içinde bulundukları meşakkati hissetmeyecek kadar mutlu insanlar.
Tek bir yöne, tekbir sesleriyle dönen insanlar..
Göz yaşlarını beyaz sakallarından aşağı akıtıp, Mekke bulutlarına emanet eden, hali bir yağmur duasındalar adeta. Beli bükük Hindistanlı teyze, ağzında parlayan altın dişi ile kimbilir hangi yolları arşınlayıp gelmiş.
Tek bacağı olmayan ve alnı secdede ve kimbilir hangi milletten olan karşımdaki yaşlı adamın duasını ve hissettiği huşuyu görmemek için kör olmak lazım.
Gözyaşlarıyla, beyaz ve siyah rengin birbirine karıştığı ve insanların Rabbinden aman! dilediği bir mahşer provası gibi tavaf. Ve her milletten insanın duası bir..
Eğer Mü’minlerdenseniz, bu dualardan evinizde, oturduğunuz yerden hiç kalkmadan hem de, nasipdar oluyorsunuz. Çünkü Muhammed ümmetinin affı ve mağfireti için dua eden, hiç tanımadığınız ve asla tanımayacağınız kardeşleriniz var burada.
Sizi tanımadan, sizin için Cenneti dileyen, sizler için gözyaşı döken Peygamberiniz gibi.
Hiç birşey yapmadan siz, O´nun ümmeti olmayı hakettiğiniz gibi tıpkı.
Nurun Ala Nur.. Nur üzerine nur.
Ümmet olduğunuz hissini en güzel Kabe´de yaşarsınız….
Birbirinizden hiç farkınızın olmadığını, az ileride tek gözünü kaybetmiş, sakalını kırmızıya boyamış beli bükük yaşlı dede ile Allah katında eşit olduğunuzu, olsa olsa tek üstünlüğünüzün bulunabileceğini ve bunun da Allah´a olan yakınlık derecenizde saklı olduğunu, en güzel Kabe´de idrak edersiniz…
Malınız, mülkünüz, servetiniz , şanınız ve şöhretinizin aslında koca bir HİÇ olduğunu, çünkü dünyanın aslında koca bir yoktan ibaret olduğunu ne de güzel anlarsınız….
Bilal-i Habeşi´ye ´ Kara kadının oğlu ´ diyen ve Bilali inciten Ebu Zer düşüyor aklınıza. Sonra Bilal´e giderek ´Vallahi sen o kara ayaklarınla benim başımı çiğnemedikçe ben bu eşikten kalkmayacağım ´ diyen Ebu Zer´ler ile dolu Kabe´nin içi..
Ebu Zer´ler ölmedi. Evet ölmedi…İşte şuracıkta…Kara adama zemzem ikram eden beyaz adamın gözlerinin içindeki tebessümden belli değil mi ?
İşte Arab´ın Acem´e, Acem´in de Arab´a üstünlüğünün olmadığını, tek üstünlüğün Allah´a olan yakınlık, takva ile olduğunu ümmetine vasiyet etmiş Kutlu Peygamber´in ümmeti bu vasiyetini ne de güzel tutuyor.
Ya Rabbi..
Kabe´ne mesafece yakın olup, bu yakınlığı kurtuluşu sayılarak yanılmış nice insanlar biliyorum.
Ve Kabe´den kilometrelerce uzakta olup, Kabe´ ye özlem duyan, bu mutlu insanlar arasına karışmak isteyen, hiçliklerini her daim hatırladığı halde bu mübarek beldeye, Mekke´ye gelmeye imkan bulamamış nice Muhammed ümmetini de ..
Mesafece yakın olanların gönüllerini de Kabe sevgisine ve yakınlığına tebdil et Ya Rabbi.
Mesafece uzak olan Kabe sevdalılarının da, bir gün gelip bu insanı adeta sarhoş eden huzurdan ve manevi atmosfere dahil olmalarını nasip eyle.
Kimi Kabe´ye gelir, kimine ise Kabe gider demiş bir dostun.
Amenna ve sadakna…
Gelme imkanı bulunmayan, beli bükük, kocamış insalara da, sen manen Kabe´nin güzelliğini yaşat Ya Rabbi !
İçerisinde bulunduğumuz, mübarek Mekke´de, mübarek , mübarek Peygamber´eindirilen mübarek kitabın Kur´an-ı Kerim hürmetine, Ümmet olma bilincini kalplerimize sun!
Böylece Gazze´de , Suriye´de Irak´ta ve sayamadığımız tüm ülkelerde eziyet gören ve Somali´de açlık çeken ümmetin derdi, derdimiz olabilsin.
Böylece, komşusunun açlığını midesinde hisseden, komşu ülke insanının yediği dayağı sırtında hissetme imkanı veren ´Kardeş olabilme´ duygularımız gelişebilsin.
Ve Mübarek Kabe´de dua eden, rengi, dili ve ülkesi bizlere pek yabancı insanların gözyaşları hürmetine bizleri bağışla.
Affedicisin, Affetmeyi seversin.
Affet bizleri Ya Rabbi !
Eğer ki affedilenlerden olduysak ne mutu bizlere diyorum….
Kalın sağlıcakla..
Henüz yorum yapılmamış.