Ferah kahveleriniz olsun efendim…
Bugün şöyle üzeri bol köpüklü mis gibi kokan kahvemizi yudumlarken geçmişin bildiğimiz bilmediğimiz hatıralarına kulak verip kimini hasretle kimini de hayretle yâd etmeye davet ediyoruz sizleri. Bu kısacık zamanı paylaşırken o küçücük fincanın asla geçemeyeceğimiz kırk yıllık hatırı, bizlere yıllarca süreceğini umduğumuz bir dostluğun eşiğinde olduğumuzu düşündürüyor. Bunca sözden sonra fağfur bir fincan içindeki köpüğü bol, dünyaca meşhur Türk kahvemizi sizlere şu iki mısrada ikram ediyoruz. Afiyet olsun efendim… Kahve-i rûy-ı siyahun vardur elbet şöhreti Sûfiyâ badet-taâm hem içmek olur hikmeti Şair (Namık Açıkgöz)
Bu siyah yüzlü meşhur kahvenin hikmeti, yemekten sonra içilmesindedir. diyor. Kahve bizim kültürümüzde 16. asrın ortalarından itibaren yer almaya başlar. İlk zamanlarda tıbbi ve dini hususlarda bir takım tartışmalara yol açar ama sonra, sohbet ve misafirlik gibi dostlukların demlendiği eşsiz vakitlerin vazgeçilmez içeceği olur. Çok sevilen kahve, edebi metinlerde de toplumda kazandığı beğeni oranında yer alır. Çekirdeği, kavrulması, değirmeni, dibeği, cezvesi, tavası, fincanı, zarfı, pişirilmesi, içilmesi, sıcaklığı, rengi, kokusu hatta fincan içinde duruşu bile şairlere ilham kaynağı olur:
Kırk kadem yoldan dahi duysam beni bir hoş eder, Kavrulurken, çevrilirken rayihası kahvenin… Kahve ile beraber kahve fincanı da önemli derecede günlük hayata girer. İlk zamanlarda fağfur fincanlarla içilen kahve sonradan Kütahya da imal edilen fincanlarda içilmeye başlanır. Kağıt gibi ince porselenden içme keyfinden mahrum kalan, ince ruhlu şairler bu duruma pek hayıflanır. Baktıkları her şeyde sonsuz bir estetik bulmak isteyen bu güzellik avcıları fincanın şeklini ve rengini tutulmuş aya benzetirler. Hatta kahveyi caiz görmeyenlere cevap olsun diye manzum kahve fetvası bile yazılır. Gönül ehli kimselerin bu siyah yüzlü kahveyi içmeyi pek tercih etmediklerini, içtikleri zaman da çok sıcak olmamasına özen gösterdikleri şöyle ifade edilir: Kahve-i rûy-ı siyahı içmez illâ ehl-i dil, İçer ammâ gâhi gâhi şartı var har har değil. Çocukların Kara kazan kaynar, Arap çocuk oynar. diyerek bilmecelerine misafir ettikleri kahvenin faydaları olduğu gibi zararları da var .
Şairler kahvenin besmeleyle yaratıldığından bir çok derde devâ olduğunu söylerler. Haşin mizaçlılara sükûnet verdiğinden her öğünde bir kere içmek faydalı olur. Tadına doyulmayan kahvenin kokusu bile uzaklardan duyulduğunda insana bambaşka lezzetler tattırır. Anlayışa açıklık, zihne incelik verdiğine inanılır yalnız, yatmadan önce içilirse zarar verir. Zaten müptelası olacak derecede düşkünlük de sıhhati bozar. Kahve falına bakılması hoş görülmediği gibi telvesi de hiç mi hiç tavsiye edilmez.
Yemen den İstanbula, oradan da Anadolu ya gelen kahveyi önceleri ağalar ve beyler içerken, kısa bir süre sonra halkın mutfağına girer. Kahvenin yüzü kara ama yüz ağartır. derler. Yüzü kara da olsa misafire ikram edecek fazla bir şeyi bulunmayan ev sahibinin sıkıntısını anlayarak onu mahcubiyetten kurtarır, yüzünü ak eder, gönlünü rahatlatır. Havagazına sürülen cezveden yayılan nefis koku has odada ağırlanan misafirin aklını çeliverir de onu ev sahibine kırk yıllığına bağlar. Zaten bu ziyaretler o candan dostlukların hatırına yapılır. Şöyle bir yârânını görüvermek için gelinen kısa vakitlerde aslında: Gönül ne kahve ister ne kahvehâne, Gönül sohbet ister kahve bahane. Bu doyulmaz sohbetleri kahveyle lezzetlendirenler; Kahvelerim pişti gel, Köpüklerim taştı gel. İyi günüm dostları, Kötü günüm geçti gel. misilli manilerle de hafızaları ve hatırları şenlendirirler. Böylece birlikte kahve içimi emsalsiz bir keyfe dönüşür.
Kız isteme merasimlerinin mutlak şahidi olan bol köpüklü kahve fincanları tepsiye dizilirken araya bir bardak su konması da adetten değerli dinleyenler. Arzu edenler kahvenin koyuluğunu, bazılarına göreyse renginin siyahlığını su ile açıp inceltirler. Kahvenin beraberinde su ikram edilmesi de bu zevk sahipleri sayesinde bir usûl olarak yerleşir. Kahveleri hazırlayan genç kızın unutmaması gereken bir incelik daha var: Fincanları ağzına kadar doldurmayıp dudak payı denilen boşluğu bırakmak. Köpüklü bir kahve pişirmek maharet isteyen bir iş olduğundan neredeyse her pişirme insana bir heyecan olur. Dillerde hep aynı temenni vardır: Güzel olsa bari!� diye. Büyük bir özenle pişirilen kahvenin içimi, geleneğimizde vakar ve ciddiyet içinde gelişir. Bu özen ve dikkat ikramına da yansır. Her şey usûlüne göre yapılınca neticesinde de güzel dostlukların ve akrabalıkların kurulduğu görülür. Onlar ersin muradına, biz çıkalım kerevetine…
Eskiler sabah keyfinden kahveyi eksik etmezlermiş . Boş mideye de kahve dokunacağından kahvenin altına mutlaka bir şeyler yenir. İşte o yemeğe de kahve altı adı verilir. Bugün bizim kahvaltı diye tabir ettiğimiz sabah yemeğinin dışında Ramazan daki iftar yemeğini de böyle isimlendirirler. Bütün gün oruçlu olan kahve düşkünleri iftardan sonra ille de kahve içer. Yani onlar kahve içmeden önce yedikleri her öğüne kahvaltı derler. Sabahları bu zevk hiç ihmal edilmediğinden kahvaltı tabiri sabah öğününe ad olup kalır. Ramazan ayında, hünkarlara lâyık mükellef sofraların hazırlandığı iftarlarda mümessek kahve ikram edilir. Bunun özelliği de misk kokulu olmasında. İhtişamlı bir sofranın ardına hazırlanan muhteşem bir lezzet yani. Kültürümüzde geniş bir yere oturttuğumuz kahve yabancılar için de bir merak konusu elbette. Türkiyeye gelip de Türk Kahvesi içmemek olmaz. Yine böyle 35 turisti taşıyan bir otobüs mola yerine gelir. Muavin ve şoför Türk. Türk misafirperverliğinin bir göstergesi olarak muavin restoran görevlisine siparişi verir: Bize 35 kahve, 2 neskafe!
Henüz yorum yapılmamış.