Durun Kalabalıklar!/bu Yol çıkmaz Sokak!..
Durun Kalabalıklar!/bu Yol çıkmaz Sokak!..
Böyle haykırmıştı merhum Üstat Necip Fazıl
Görünen o ki kimsenin bu haykırışı dinlemeye niyeti yok…
Hele ki Müslümanların…
Dünyaya madde nazarıyla bakan, yaşadığı her şeyi somut değerler zaviyesinden anlamlandıran ve yapıp ettiklerinin yanına kâr kaldığını düşünen insanların, zulmün dibini bulmakta hiçte zorlanmıyor olması doğrusu anlaşılır bir şey.
Anlamakta asıl güçlük çektiğim; bir Kadir-i mutlak’ın, bir Âdil-i mutlak’ın, bir Hâkim-i mutlak’ın hesapları düreceği güne iman eden kimselerin de, batılı değerleri fetişleştiren güruhtan farksız olarak, tıpkı onlar gibi yukarıda saydığım tüm o hususiyetleri, nefs-i levamenin bütün ikazlarına rağmen, vicdanları kanamadan, en küçük bir kaygı duymadan neredeyse tüm ilişkilerinde o süfli ölçülerin belirlediği kuralları hayatlarına tatbik ediyor olmalarıdır.
O kimseler ki; Kur’an’da ki ifadesiyle ‘sem’ina ve ate’na’ (işittik ve itaat ettik) deyip de aslında ne söylediğinin bile farkında olmayan gafillerdir.
Âlemlerin Rabbine ve O’nun, ‘Furkan’ diyerek ayırt edici hususiyetine vurgu yaptığı Kur’an’a iman ettiği iddiasında olan insanların, meseleye bakış açılarını belirleyen kriterin; bu ilahi hak ve adalet ölçüleri değil de, ‘Avrupa Birliği kriterleri’ ile kapitalizmin insanı yok sayan vahşi tarzının ölçü olması hangi kavramla izah edilebilir acaba?
Çalıştırdığı işçiye mevcut kriterlerin belirlemiş olduğu ‘asgari ücreti’ veren, ticaretinde kapitalizmin gereklerini (!) yerine getiren ve siyasetinde batılı tarzın yüksünmeden kabullenebildiği ‘oportünizmi’ içselleştiren bir topluluğun ahlâk adına söyleyebileceği ne kalmıştır Allah aşkına?
İslâm ahlâkından örneklerin sunulduğu menkîbeleri ‘hurafe’ diyerek boşa çıkarma gayretine girenlerin, modern bir masaldan öteye gitmeyen ‘demokrasi’ hikâyeleri anlatanların, ‘Komşusu açken tok yatan bizden değildir!’ hadis-i şerifinin ‘sıhhat’ derecesini tartışırken, ‘Ticarette acımasız olmazsan yaşayamazsın!’ mavalına inanmamızı bekleyenlerin, feci şekilde yanıldıklarını ve aldandıklarını tespitten başka bir şey düşmüyor bize…
İçine düştüğümüz bu acınılası durum, ‘günah’ın ötesinde bir hal arz ediyor ne yazık ki…
Pragmatizmin böylesine içselleştirildiği bir toplumda, hak, hukuk, alın teri, emek, bilgi, birikim ve bilumum derunî hasletlerin, kolay kolay asli yerine irca edilemeyeceği herkes gibi benimde malumumdur.
Paranın, malın, mülkün, makamın ve hepsinden önemlisi bencilliğin bütün ilişkilerde belirleyici en birincil faktör olduğu bir düşünüş dünyasında, bahsini ettiğim bu ulvi hasletlerin ‘para’ etmediğini bilmezlerden değilim elbette…
Durun kalabalıklar/ bu yol çıkmaz sokak!
Necip Fazıl’ı dinlemeyenlerin bendenize kulak asmayacağını tahmin etmek hiç de zor değil açıkçası…
O halde Kur’an’dan dinliyoruz: “Yazıklar olsun ölçü ve tartıda hile yapanlara!; Onlar halkın malını alırken eksiksiz ölçüp alırlar; Onlara satmak için ölçer veya tartarken de eksiltirler; Onlar pek büyük bir günde diriltileceklerini sanmıyorlar mı?” (Mutaffifin, 1-5)
“Yazıklar olsun o namaz kılanlara!; Onlar ki namazlarından gafildirler; Onlar ki Allah rızasını aramak yerine insanlara gösteriş yaparlar; En küçük bir yardımı bile insanlardan esirgerler.” (Maun, 4-7) “Allah, rızık olarak verdiği şeylerde sizi birbirinize üstün kılmıştır. Kendilerine rızıkta bolluk verilenler, kendi rızıklarını elleri altındakilere (mahiyetindekilere, çalışanlarına) vermezler ki böylece rızıkta eşit hale gelsinler. Onlar kendilerine verilen rızkı paylaşmazken, Allah’ın nimetini inkâr edip de Onun mülkünü mü taksim ediyorlar?” (Nahl, 71)
Modern ve çağdaş vampirlerin Müslümanlara ‘gerici’ demesi boşuna değil tabii ki… İlkesizliğe, pragmatizme, oportünizme ve ‘helal haram’ kavramını yitirmiş, yitirmekle kalmayıp onu ‘ahmaklık’ diye nitelendirmiş bir haddi aşmışlığa (yani ileriliğe) nazaran hakkı ve hukuku yüceltmenin geri (yani arkadan tahkim eden) olduğunu kabul ve ikrar ediyorum. Doğrusunu isterseniz bununla da şeref duyuyorum
Nihat NASIR
Henüz yorum yapılmamış.