Çünkü Unutkandır İnsan
Gün gelir, herkes ve her şey gibi unutulurum;
Hâlihazırda unuttuklarım gibi unutulurum. Unuttuğumun bile farkında olmadığım gibi sessizce, kendiliğinden unutulurum ben de. Kaybolurum unutanın kalbinden. Unutanın kalbinde ölürüm. Mezarlarının yeri bile unutulan garibanların, duadan rızıklanmayı beklerken düştükleri garipliği bile zamanla unuttukları gibi..
Unutulurum ben de…
İlaç alma saatinin çoktan geçtiğini unutan, sonradan bu unutmuşluğun farkına varan insanların unutuşu gibi unutulurum. İlaç içmeyi hatırladığında, bu hatırlamanın kendine hiçbir yarar sağlamadığının farkında olan insan gibi, vakitsizce unutulurum bazen..
Bazen unutulurum;
Uzun ve bitmeyen yollarda seyreden otobüslerin içindeki insanların, yolları izledikleri vakit, yol kenarlarındaki detayları saniyelik algılayışları gibi. Yol kenarlarında umarsızca biten ayçiçeklerini görüp, görmezden gelişleri, diğer objelerden ayırt edemeyişleri gibi…
İşte öylece bir ayçiçeği gibi garip unutulurum. Kalabalıklar arasında olmasına rağmen gözün seçemeyişi gibi…Başını, gelip geçen milyonlarca insana rağmen eğişi gibi, artık kaldırmayışı gibi, güne tekrar bakmayışı gibi unutulurum.
Bazen yollardaki izmarit çöplerinin gelip geçenler için hiçbirşey ifade etmediği gibi unutulurum. Bazen, gökyüzündeki yıldızların hep orada olduğu bilindiği halde, kimsenin başını göğe kaldırmayışı gibi unutulurum. Bazen dolunay, bazen yarımay, bazen hilal olduğu, sürekli değişim gösterdiği halde gökyüzüne bakmadıktan sonra kimsenin üzerinde düşünmediği ay gibi unutulurum.
Bazen, hatıralarını sandıkta saklayan birinin, sandığı kilitledikten sonra dünyalık telaşlara daldığı gibi unutulurum. Sandıkta havalandırılmayı bekleyen beyaz nakışların sararması gibi sararıp solarım da, bu unutuluş için bir şey gelmez elimden. Bilirim ki, sandık sahibi, her ne kadar unutuyor olsa da vazgeçemez benden. Benimle nice yaşanmışlığı, üzerimdeki her nakışta anne izi, anne hatırası vardır.
Ne kadar unutsa da beni, gün gelip diriltecektir beni aklının bir köşesinde. Ve bu diriliş ile beni tekrar bağrına basacak, anne kokusunu tekrar bende hatırlayacak ve iki damla gözyaşı hediye edip nakışlarım üzerine, özenle katladıktan sonra tekrar kilitleyecektir beni. Sonra yine kaderim olacaktır naftalin kokulu bir sandıkta tekrar hatırlanmayı beklenmek.
Bazen o kadar uzun süre unutacaktır ki beni; üzerimdeki küçük böcekler,beni yok etmek istercesine ipek nakışlarımı yer, yer kemirecek, bunun üzerine sahibim gün gelip hatırladığı zaman beni, bu unutuşuna dair vicdanında derin yaralar belirecek. Beni bir kaç gün gözünün önünde tutacak, havalandıracak, yaralı yerlerimi onaracak, sonunda tekrar kaderim olan mekanıma, gümüş anahtarlı oyma sandığa terk edecek ve nihayetinde tekrar unutulmak olacak kaderim..
Bazen bir ölüyü unutur gibi unutacak beni yüreğinde taşıyanlar. Sağlığında zaten unuttuğu beni, gün gelip aniden dünyadan ayrılınca ben; bir günlüğüne belki hiç hatırlamadığı kadar çok hatırlayacak. Sağken, benim için hiç emek sarfetmediği kadar cenaze işlemlerim için çalışacak, sonra toprağın altına koyup evine gidecek ve sıcak çayını yudumlayacak. Belki sonraki günler, beni hatırlamak yüreğinde, bir yaranın kabuk bağlarken kopması gibi kuvvetli bir acı hissettirecek kalbinde.
Sonra fotoğraflarıma bakıp gözlerimdeki ifadeden o anki hissiyatıma dair ipucu arayacak, fotoğrafımdaki gözlerimi gözyaşlarıyla ıslatacak, bir kaç gün yastığının altında beklettikten sonra, bir daha hiç açmayacağı bir kitabın içerisine koyarak hatıram olan fotoğrafımı, bir daha hatırlamamak üzere yüreğinden de çıkarıp atacak. Ve her yaranın kabuk bağlayıp iyileştiği gibi, bana dair ne varsa kalbinde, iyileşecek. Yaranın izi dahi kalmayacak…
Kimbilir, belki birileri sadece bayramlarda, hani vaktiyle her bayram elimi öpmeye geldiği için hatırlayacak beni. Sığınacak yürek arayınca tekrar kendine.. Hani vaktiyle gözyaşlarını sildiğim için sırf, bir daha bunaldığında gözyaşlarını silecek kimseyi bulamadığı için hatırlayacak beni. Kendi için hatırlayacak beni ve tekrar kendine sığınacak başka bir liman bulduktan sonra büyük bir unutmayla beni tekrar, tekrar toprağın altına koyacak..
Bazen de, birine emanet vermiş bir roman gibi unutulacağım… Emaneti alan ona sahip çıkmayıp kaybedecek, emaneti veren ise bir kaç gün bu habere hayıflandıktan sonra başka kitaplarla dolduracak kütüphanesindeki boşluğumu..
İşte böyle unutulacağım, her unutulan gibi…
Hiç takılmamış, mücevher kutusunda sabırla bekleyen bir saatin, akrep ve yelkovanının alabildiğine mutsuz oluşu gibi. Sahibine verilmemiş, gönüllerde günlerce saklanmış ve nihayetinde saklamaktan unutulmuş güzel sözler gibi unutulacağım.
Hiç misafir gelmeyen, kimsesiz yaşlı bir çiftin evinde, beklemekten çürümüş misafir terlikleri gibi unutulacağım ben de.
Uzun yolculuklar için alınıp, sonrasında evin en ücra köşesine konmuş büyük valizler gibi. Hiç yapılmamış, yapılmayacak seyahatleri sessizce beklediği gibi bavulun, unutulacağım.
Bozuk bir saat gibi, kırık bir ayna gibi, sapı kopmuş bir tarak, topuğu kırık bir ayakkabı, tamir edilmeyi beklerken çürüyen bir elbise gibi unutulacağım bazen. Çıkaramayacağım sesimi. Bu bekleyiş o kadar uzun sürecek ki bazen, neyi beklediğimi kendim bile unutacağım. İşte öyle hazin bir unutuluşla unutulacağım…
Vaktiyle saçlarını taradığım minik çocuklar, gün gelip de anne oldukları zaman, nasıl ki unutacaklar kendi annelerinin onların saçlarını nasıl taradığını; nasıl ki kendi çocuklarının saçlarını taramaya başlayacaklar ve nasıl ki onlardan beklediğim telefon uzun süre çalmaz olacak, bazen işte, işte öylece…
Unutulacağım !
Tüm bu unutulmaya karşın edilmiş feryatlara, noktası konmuş cümlelere rağmen; zamanı gelecek, unutulmaktan bu kadar korktuğumu bile unutacağım. Bazen pembe kapaklı defterimin yerini unuttuğum gibi. Onun sayfalarında karaladığım her satıra rağmen, ertesi güne hiç yazmamışlıkla tekrar devam ettiğim gibi unutacağım bu yazdığım satırları da.
Çünkü pek unutkandır insan.
Çünkü insan; unuttuğunu bile unutacak kadar unutkandır…
Hilal Kantarcı
Henüz yorum yapılmamış.